KÖYÜMDEN ESİNTİLER-4

 

MISTÊ ŞARÊ "HO HELE HO!"

 

SÜLEYMAN DOĞAN (TEMAN-SEYİDAN)


           Mistê Sarê, Nazimiye tarafından, 1800'lerin sonunda veya 1900 başlarında bizim köye gelip  yerleşmiş. Oradaki çetelerle, arasında çıkan bir anlaşmazlık sonucunda göç etmek zorunda kalmış. Bir de o zamanlar çete liderlerinin belli mıntıkaları var. Biri birlerinin mıntıkalarını ihlal edemezler. Bizim oralar daha ziyade YADO’ya daha yakın durmuşlar. Belki Yado ulusal kimlikli olduğu için ve onun Adaletine güvendiklerinden olması lazım. Mistê Sarê bizim orasını bilinçlice seçtiği kesin.


          Mistê Sarê; kabadayı, yiğit  ve kendi hesabına çalışan, deyim yerindeyse tek tabanca bir eşkıya. Asi bir dersim insani. Anlaşılan özgürlüğüne düşkün, tahakkümü kabullenmeyen bir kişilik.


          Mistê Sarê, öyle görünüyor ki bizim köy kurulduktan sonra gelmiş olacak ki hiç arazisi olmayan bir köy sakini. Yalnız Mistê Sarê`nin evi köyün en manzaralı yerinde yalnız başına, bir kaç köy kendi görüş alanında şahane bir yerde. Karşıdan Golan’ı, Goman’ı , Coşik’i, Ricik’i seyretmek mümkün. Coşik Baba ve İncebelek tepeleri hemen karşında tüm ihtişamıyla öylece duruyor. Gewrök, Tapi Gomê ve Goma Eziz’in manzaralarını da unutmamak lazım. Alt tarafında Nawala Kup ve yan tarafında da Nawala Sarê geçmekte. Ne yazık ki  Mistê Sarê’nın bu manzaralı evinden başka da bir şeyi yok.


          Hele yazın kavurucu sıcaklığında, insanin saç köklerinin iğne gibi kafa derisine  batarcasına sıcaklığı hissederken, Miste Sare`nin evinin olduğu yer püfür püfür esiyor. Ağacın gölgesinde, toprağı yatak yaparcasına uzanmak, kelebeklerin kır çiçeklerine kondurduğu öpücükleri seyretmek, karıncanın ayaklarından yukarıya doğru ‘acelece bir şeyler bulurum’ umuduyla çıkışını hissederek, hemen kulağının dibindeki  böceğin hümalı çalışmasında çıkardığı tıkırtıyı duyarak, karasineğin vızıltısı, öbür yandan burun deliğinden içeri girmeye çalışmasının verdiği rahatsızlık, ağustos böceğinin  özgürlük sarhoşluğuyla inadına bağırışı, ağaç yapraklarının rüzgârda çıkardığı sesler, kuş sesleriyle karışarak bir harmoni gibi duyuluşuyla beraber, bir iki saat şekerleme yapmak dünyaya değer bir keyif.
              
          Hal böyle olunca Mistê Sarê geçimini eşkıyalıkla sağlıyor. Yalnız kendine yakin köylere gitmez.  Öyle de prensip sahibi, genelde Paş, Nazimiye tarafına gidip mal, küçük ve büyük baş hayvan getirerek hayatını sürdürmekteymiş. Ben Mıstê Sarê yi görmedim. Yalnız oğlu Rıza`yi gördüm 4` ten fazla kız çocuğu vardı. Yanlış hatırlamıyorsam erkek çocuğu yoktu sonra olduysa da haberimiz olmadı. Zaten bir daha haber de pek alınamadı.  68 veya 70 ler arası onlar da pamuk tarlalarında ırgatlık yapmak üzere Çukurova’ya göç ettiler. Bir anlamda umuda yolculuk yani.


            O anı  dün gibi hatırlıyorum. Üç adet yorganını  Astira ( Çul) sarmış, bir kaç parça da ufak tefek ev eşyası çuvallara doldurmuş, bizim merkebin sırtına yükledik. Beraberce sabahın erken bir saatinde düştük  ÇELAQAS’ın yoluna. Oradan Arabaya binip gidecekler. 

          
           Bir türlü unutamadığım an,  ZIYARETA KÊRT’e diğer adıyla DIYARÊ KÊRT’e  varışımız oldu. Vardığımız yer ziyaret olarak kabul edilir. Eskiden  biri birinden bir kaç metre uzakta fakat aynı hizada iki adet QIZBAN ağacı vardı. Tam tepenin ucunda, bu qızban ağaçlarının biri iri gövdeli, diğeri ondan  daha küçükçeydi. Bu iki QIZBAN ziyaret  kabul edilirdi. Köylere araç yolu gelince küçük olan ziyaret gırayderin zalimliğine uğradı. Bundan dolayı bir QIZBAN ağacı kalmıştı. Sanırsam henüz duruyordur.


             QIZBAN ağacının altına bir kaç taş üst üste konulmuştu. ZIYARETA KÊRT öbür adıyla DIYARÊ KÊRT bizim köyün sınırının bittiği yer. 10 veya 15 adım yürüdüğünde  bizim köyün arazisini görmen mümkün değil. Diyarê Kêrt adeta yolculuğa çıkanları en son yolcu eden, bir anlamda ’’güle güle’’ diyen, öbür yandan köye dönüşünde ilk ’’hoş geldin’’ diyerek karşılayan bir yer.


              Biz DIYARÊ KÊRT’e  vardığımızda  Mistê Sarê’nin gelini yani Rizê Mistê Sarê’nın eşi,  Qızban ağacının köküne ve oradaki taşlara sarılarak, Zazaca ve Kürtce ağıtlar söyleyerek bir yandan gözlerinden akan yaşlar biri birine karıştı. Bir vedalaşma ki yürekler acısı. Geride bıraktıkları, sevdikleri, sevenleri, hayalleri, benliği v.s...


              Diğer yanda RIZA amcanın  (Rizê Mistê Sarê )  nin şöyle usulca geriye dönüp , ürkek bir şekilde son kez köyüne bir bakış atması ve onun  yüzündeki acı hüznü kimsenin şahit olmasını istemem.  Kafasının içinden geçirdikleri sanki yüzüne vurmuşçasına kederli bir o kadar çaresizlikler içinde, iç parçalayıcı bir an. Hiç ama hiç unutamadım. Şimdi Rıza amcayı bir daha baksa da anlıyorum bir baba olarak. Beli bir yaştan sonra doğup büyüdüğün, geliştiğin, hayaller kurduğun, asık olduğun,  ve de çoluk çocuğa karıştığın toprağından  ayrılıp, bir bilinmeyene doğru yola koyulup, hayata sıfırdan başlamanın ne olduğunu daha iyi ve yürek acısıyla anlamaktayım.

Eskiden çetelerin grupları varmış. Bunlara KOL denilirmiş. Bir gurup bir köye gider, ne var ne yok alırlarmış. Vermezlerse zorla veya çalarak alırlarmış. ( ör. Falanca köye bu akşam kol atmışlar." KOL avıtıne ser gund") Yalnız bizim Mistê Sarê bu işleri tek başına gerçekleştirirmiş.


          Bir gün Mistê Sarê Paş tarafına gider.  Akşam üzeri hayvanlar köyün yakınlarına varmış, tam evlere dağılacakları bir anda gözüne kestirdiği bir siyah renkli öküzü sürüden ayırarak önüne katar. Zaman aksam üstü, karanlık çökmek üzere.  Mistê Sarê öküzünü köyden uzaklaştırır ve nehirden " BIR" ( BIR: Nehir suyunun genişlediği ve göbek altına kadar inceldiği yere denir. Rahatlıkla içinde yürüyerek karşıya geçildiği yer) denilen yerden karşıya geçirir ve köyüne doğru yol alır. Hayvanlar evlere dağılır, öküzün asıl sahibi öküzünün eve gelmediğini fark eder. Kısa bir araştırmadan sonra işin ciddi olduğunu anlarlar. Üç, beş kişi öküzü aramaya çıkarlar. yalnız karanlık iyice çökmekte. Nehir boyu  öküzü aramaya giderlerken, Mistê Sarê bunları fark eder. Onlar öküzü nehrin bir yakasında arıyorlar fakat Mıstê Sarê nehrin öbür tarafında yoluna devam ediyor. bir yandan da  beni fark ederlerse ne yapacağının planıyla meşgul.


          Öküzü arayanlar karşıda giden bir adam ve bir öküzü fark ederler, bunlar öküzü iyicene görmek için hemen nehrin iyice kenarına yanaşırlar. Mistê Sarê bu arada  ne yapacağını bulmuş, giydiği beyaz donunu çıkarıp öküzün sırtının üstüne atarak uçkur ipiyle sıkıca bağlamış. (Eskide beyaz don giyerlermiş, onun için tarihte de Dersimlilere beyaz donlu adamlar diye bahsedilir) öküzü arayanlar nehrin kıyısına yanaştıktan sonra yanlarındaki öküzün sahibine ’’bak karşıda biri bir öküzle gidiyor bu senin öküz mü?’’ derler.


          Adam karanlıkta bakar ve ’’Yok, bu öküz alacalı, benim öküzüm simsiyah’’ der. Adamlar geri döner ve öküzü aramaya devam derler.
          Mistê Sarê derin bir nefes almış ve bunun sevinciyle yoluna devam eder. Mistê Sarê’nin fendi adamları boşa çıkarmış.


          Epey yol alır aniden iki silahlı kişi önünü kesiverir. Selam verirler Mistê Sarê’ye .


          Mistê Sarê selamlarını alır ve hiç renk vermez bu iki silahlıya. Bu iki silahlı adam Seyid Rıza’nın gurubundan. Bunlardan biri elindeki değnekle öküze dokunarak şöyle der:

          ’’Ho gay me her sêyano ho!’’ der. (Ho üçümüzün öküzü hoo..)
          Bir kere çok anlamlı ve iğneli bir söylem, bir o kadarda politik bir ifade. Öyle ya!


          Mistê Sarê yine soğuk kanlılığını hiç elden bırakmaz. Karşı cevap verir.
          O da elindeki değneğiyle öküze dürterek şöyle der:

          ’’Ho hele ho, ho hele ho!’’ der.
          Mistê Sarê’den gelen yanıt daha da bir politik ve iğneli.
          Bu üç kişi ve öküz epeyce yol alırlar. Mistê Sarê yine bu sürede kafasında planını kurar ve tam o yere geldiğinde ani bir çeviklikle yolun kenarındaki kayanın arkasına ani bir hamleyle atlar, silahını çeker bir el ateş eder ve ’’sakın silahlarınıza davranmayın yoksa ikiniz ide öldürürüm’’ der. İki eşkıya oldukları yerde dona kalırlar. Yaptığı ani hareket adamları şoke etmiş zaten.


          Mistê Sarê eşkıyalara ’’şimdi geri dönün ve yol alin!’’ der. Eşkıyalar hiç arkalarına bakmadan oracıktan geri geriye yol alırlar.


           Mistê Sarê kendi kendisine şöyle der: Ulan aptallar bana Mistê Sarê derler, ben bu kadar yol gelip bu kadar rizikoya girip  öküzü çalacağım, bir sürü tehlikeyi bertaraf edeceğim, siz şıp diye gelip ortak olacaksınız. Ahmahlar yedirirler mi adama!

Burada önemli bir ima bulunmakta.  Hani halk arasında "Sen Hatice’ye değil , neticeye bakacaksın" diye bir söylem var. Mestê Sarê bu lafıyla çok şeyler ima ettiği kesin. Bir o kadarda derin.  Ben çocukluğumda duyduğumdan beri bu lafına hayran kalmıştım, "Ho hele ho, ho hele ho!" mesaj yüklü lafına çok anlam vermiştim. Eminim sizler de beğeneceksiniz. Bu vesileyle  köylüm Mistê Sarê`yi de saygıyla anıyorum. Bir başka KÖYÜMDEN ESİNTİLER’de buluşmak dileğiyle.

          Not: Son günlerde Ülkemizin içinde bulunduğu sıcak siyasi gelişmeleri, olayları yeterince değerlendiren çok değerli insanlar oldu. Ben bunlar üzerine tekrar bir yorum yapmadan, son bir ay icinde Chp den tutun da  devletin son israil olayina kadar.  Mistê Sarê’nin yazıma başlık olarak kullandığım bu güzel sözüyle değerlendiriyorum. Başka bir şey demeye de gerek yok kanısındayım.  ""HO HELE HO, HO HELE HO !!..."" Bu kisacik degerlendirme yeter. saygilarimla.

      Süleyman Doğan 

04.06.2010 / Gomanweb


EDİTÖRÜN NOTU: Sevgili Pirim, çevremizi ve bölgemizi çok muazzam tasvir etmişsin. En profesyonel yazar bile bizim bölgeyi bu kadar güzel tasvir edemezdi. Bizim çevre köylerinin halkı bu bakımdan çok şanslıdırlar. Çünkü, yaşanılan bunca olaylar unutulmak üzereyken, adeta tarihini yazmaya başladın. Böylesi anlamlı tarihi çalışmalarından dolayı bir kez daha seni kutlarım.

 

Mustafa Hoca

 


 

SÜLEYMAN DOĞAN'IN TÜM YAZILARINA BU LİNKİ TIKLAYARAK ULAŞABİLİRSİNİZ >>>