KÖYÜMDEN ESİNTİLER-5
SÜLEYMAN DOĞAN (TEMAN-SEYİDAN)
12 EYLÜL VE HUSÊ HEMÊ
12 Eylül denilince çok şeyi anımsamamak elde değil. Tarihe kapkara bir leke olarak yazılmış; akıllardan silmenin imkânı yok. Faşizmin en gaddarca uygulandığı, aydın kuşağın kıyıma uğradığı bir dönem.
Faşizmin Kendine göre şekillendirdiği ve yön verdiği 30 yıllık bir süreç hakkında bilgilenmek için kozmik odalardaki bilgilere ulaşmaya gerek yok… O gün doğanlar bu gün otuz yaşlarında. Kıyıma uğrayanlar, o günkü zulümlere maruz kalanlar da 50 ve daha yukarı yaşlara merdiven dayamışlar.
12 Eylülde rol alan beş generalin dışında o günkü sistemin içinde yer alan yüz binlerce apoletli ve apolet kafalı siviller, Cumhurun başları, başbakanları, bakanları, valiler, partiler, bürokratlar ve bunların en ücra köşelere kadar olan yerel uzantılarıyla şekillenen bir silsile. Her ne kadar bir kısmı karşı da olsa veya öyle de
görünse, işin aslı topyekûn bir direnme, kollama var ortada.
Çünkü işin ucu her kese değmekte. Böyle bir durumda 12 Eylül faşist darbe gündeme geldiğinde elbirliğiyle ötelenmekte. Bu zemin üzerine inşa edilen tüm siyasetlerin yolu aynı köye gider. Farklılık aramak beyhudedir. Bu zemin toptan yargılanıp mahkûm edilmedikçe bir kaç generalin ve tetikçinin sembolik yargılanması dahi komik olur. Aynı
zamanda asıl meselenin özüne inmemek olur. Bu faşist yapılanmalara zemin hazırlayan unsurların da bunların ürünü olduğunun bilincinde olarak sorunun derinlikli incelenmemesi meseleyi sürüncemede ve zamana yaymaktan başka bir şey değildir. Yani dolaylı bir bicimde 12 Eylülün yargılanmasına karşı durmak anlamına geliyor çaktırmadan. Bilhassa karşıt
olarak gözüken siyasal güçlerin 12 Eylül Anayasası’nın temel savunucuları oldukları gözden kaçmıyor. 12 Eylül statükosunun değişmemesi için şimdiye kadarki karşıtlık görüntüsü deşifre olup aynı şer cephesinde görünmekten geri durmadıkları ortaya çıkmıştır. Bu güne kadar karşıt gözüküp bu gün aynı safta yer alan siyasal yapılanmalar ağır bedel
ödemekten kurtulamayacaklar. Diğer taraftan demokratik uygarlıktan yana tüm sağ ve sol anti militarist demokrasi yanlılarının EVET cephesini oluşturdukları net olarak görülmektedir. 12 Eylülü yaptıranlardan, onlara zemin hazırlayan taşeronlardan ve darbeyi yapanlardan mantık ve akıl aramak ahmaklık olur.
Bakalım HUSÊ HEMÊ 12 Eylülü yaptıranlarla ve yapanlarla nasıl(?) da taşak geçmiş:
Husê Hemê (Hüseyin Hasdemir) amca bizim köylü. Uzun boylu, iri çakır gözlü, çok yönlü olan yakışıklı bir bey amcamız. Enteresan özelikleri ve konuşma tarzı olan, her söylediğiyle yeni espriler türeten, aynı zamanda olay olan bir amcamız.
İsterseniz bir iki özelliğini de anlatayım sonra meselemize geçelim. Çünkü Hüseyin amcadan bahsederken bu özellikleri anlatmamak olmaz.
Hüseyin Amca keçi nöbetine gitmeyi hiç sevmezdi. Köylerin kalabalık olduğu, yani kimsenin evinden, köyünden, yurdundan edilmediği, köylerin yakılıp yıkılmadığı dönemlerde, insanlar keçilerini büyükbaş hayvanlarını beraberce otlatırlardı. O köyde veya mahallede kaç hane varsa sırayla bir gün tüm hayvanlar otlatılmaya götürülürdü. Buna da
‘Nowe’ denilirdi. Artık köyde 15 hane veya daha fazla varsa o kadar gün sonra nöbet sırası gelirdi. Diğer insanlar da başka işlerine bakardı. Burada kolektivizmin bir hukuku vardır. Buna da köy hukuku denir. Mesela bir iki keçisi olan veya yaşlı, hasta olan aileler bu nöbet işinden muaf tutulurdu. Burada sosyalleşmenin ve hümanizmin yerelde kök
saldığı, insan haklarının da bu biçim üzerinde şekillendiği görülmektedir. Çünkü insan olmak ve gerekleri, insan haklarını oluşturmuş. Bunun peşine de adalet ve hukuk gelmiş ve oturmuştur.
Nöbet dönüp dolaşıp Hüseyin amcaya gelince Hüseyin amca mutlaka bir kılçık çıkarırdı! Ertesi gün sıra Hüseyin amcada. Akşam hayvanlar köye dönünce, güneşin de batımıyla hava da serinlenirdi. Tabi serinlikte ses daha rahat her tarafa ulaştığını da bildiği için. Hüseyin amca doğruca dama çıkar yüksek bir sesle,
"Gundino, yarından itibaren her kes pezê xwe ayrı ayrı!" diye bağırırdı. (Köylüler yarından itibaren her kes keçilerini ayrı ayrı otlatmaya götürecek anlamında)
Bunu duyan Sürmeli teyze (eşi), müdahale ederdi.
Sürmeli teyze de şöyle derdi;
"Errr! Lo tu dîsa Tırkî qezî dıkî" (Vay be (!) sen yine Türkçe konuşuyorsun.) Kendi kendine ’’buna Türkçe denirse’’ diye mırıldanırdı.
Hüseyin amca eşine dönerek,
‘’Sen bu işe karışma’’ derdi.
Fakat bu kadar cığızlık yapmasına rağmen yine de sabahleyin nöbetine giderdi. Başka da çaresi yoktu.
Bir başka özelliği de çok hızlı yolda yürürdü. Hüseyin amcayla yol yürümek herkesin kari değildi.
Akşam güneş batımında değneğini eline alır yola çıkardı. İnsanlar,
’’Husên Xêre, terî ku(?)’’ diye sorarlardı. (Hüseyin hayırdır nereye gidiyorsun ?) O da,
’’Terim a lı wıra gundê Canîgê’’ diye cevaplardı. (Hemen aha buradaki Canik köyüne gidiyorum)
Sanki çeşmeye su almaya gidiyor gibi bir edası ve söylemi vardı. Oysa Canik’e gidebilmek için önce bizim mahalleden çıkıp iyi bir yamaç tırmanıp bizim merkez köy olan Goman’ı, bize sinir olan Coşik’i, Hılman’ı, Kardere’yi geçmek lazım ki CaniK’e varabilesin. Lakin Hüseyin amca için çok önemi yoktu. Kendi hızlı yürümesine güveniyordu.
Her ne kadar bizimkiler kendisine takılsa da ‘’bizim Hüseyin taldelere (Kimsenin göremediği sapa yerlere) girince yürümüyor, koşuyor’’ derlerdi. Her neyse, ha yürümek ha koşmak, ikisi de nefes ister, kondisyon ister. Öyle kolay iş değil.
Evet Hüseyin amcanın bu özelliğini de aktardıktan sonra , Hüseyin amcanın 12 Eylülün mantıksızlığını nasıl da alaya aldığını görelim.
12 Eylül’le beraber gelen mantıksızlıkların bir kısmına değinelim. Köylerdeki merkeplere plaka sistemi getirilmiş. Kimin merkebi, katırı, atı varsa belirlenmiş, hepsine birer numara verilmiş. Çünkü gerillaya eşya taşınıyormuş güya. Köylere saat 17´den sonra sokağa çıkma yasağı getirilmiş. Bir hayvanın gelmemişse gidip arayamıyorsun. O
gece senin hayvanın kurda, kuşa yem oluyor.
Şayet bir diş çekmek istiyorsan veya başka bir işin varsa, en yakın karakola varıp ‘dişim ağrıyor, dişimi çekmek için kazaya veya başka bir yere gideceğim’ diye müracaatta bulunman lazım ve o karakol komutanı size bir pusula yazacak. Aşağıda ismi geçen şahıs diş çekmek için filanca yere gidecek. Bitmedi dişinizi çektikten sonra tekrar
köyünüze döndüğünüzde yine aynı karakola gidip ‘’dişimi çekip geldim komutanım(!)’’ diye tekmil verdikten sonra ancak köyüne gidebilirsin. Bitti diye düşünmeyin sakın, daha bitmedi.
Kaç paket sigara almışsın veya kaç kilo şeker almışsın, çay almışsın, kaç çift ayakkabı almışsan bunların hesabını da vereceksin. Üç veya dört paket sigara alamazsın, iki adet veya üç adet coca cola alamazsın v.s. Bunların hepsi denetime tabi ve neden aldığını, kimler için aldığını, bir de bunun soruşturmasından geçiyorsun ve bir kısım
eşyanı oraya bırakmak zorunda kalıyorsun ve canını kurtarmak için. Bunların hepsi başıma da geldi ve çok iyi biliyorum.
İşkence boyutunda bir başka saçmalık daha! Siz köyünüze gittiniz, sabahleyin hemen erkenden evinize asker damlar. Bu hanede dört kişi kalıyordu akşamüstü, bu sayı fazlalaştı. Gelenler kim? Nerden geliyorlar? Niçin gelmişler?...
Bunların hepsinin cevabını mantıklı ve yanlış yapmadan vermek zorundasın. Bununla da bitmedi! Şayet duvarlarında asılı çocukların fotoğrafları veya akrabaların fotoğrafları varsa, ki genellikle tüm insanların evinde arkası hamurla sıvanmış ve duvara yapıştırılmış fotoğraflarla dolu bunlarında tek, tek hesabını vermek zorundasın. Şu
fotoğraftaki adam kim? Neyin oluyor? Nerede yaşıyor? Ne is yapıyor? ve buna benzer sorular, sorular, sorular...
Bizim köylü Bayram’ın oğlu Bursa’dan köyü ziyarete geliyor. Aksam camdan köyünün güzelliklerini ve özlemini gidermek için camdan dışarıyı seyrederken. Hêskeft `ten (mağara) bir hayvanin çıkıp geldiğini karanlıkta fark eder. Gelen hayvanin keçilerin olduğu yerin etrafında dönüp durduğunu görür. Bu gece karanlığında gelen hayvan tekrar
Hêskefte döner biraz sonra bir daha gelir. Bu bir kaç defa tekrarlanınca bunun bir aç kurt olduğunu düşünerek av tüfeğiyle camda bekler, kurt sandığı hayvan yine keçilerin olduğu bölüme gelir, ortalığı kolaçan eder ve geri yine Hêskefte döndüğünde bu ateş eder ve kurt sandığı hayvan gözden kaybolur.
Sabah olur. HUSÊ HEMÊ erkenden kalkar dışarıya çıkar. Derede bir sesin yükseldiğini duyar.
Bastonunu sırtının arkasına alarak derenin içinden gelen sese doğru gider. yukardan aşağıya bakar ki kaynı Mahmut’u görür.
Mahmut köpürmüş! Küfürler, tehditler… Yerde yatan hayvana bakarak beddualar ediyor. Yani tam bir isyanda!
Hüseyin amca bağırarak,
‘’Mamud çı bûye, tu çıma bı vîawa dıqêrê ?
Mahmut, yukarıya doğru bağırarak,
’’îşev kûtiyê min birîndar kirine’’ der.
Husê Hemê,
’’Haa peki, va kûtiyê te nizanikı ‘sokağa çıxme yasaxi’ heye. Şevê tarî de çı dıgere?’’ der. (Haa peki senin köpeğin bilmiyor mu sokağa çıkma yasağı var, gece ne geziyor?)
Husê Hemê’yi saygıyla anarken, nasıl da anlamlı ve bir o kadar okkalı lafını gediğe koyduğu ortada.
Dönüp tarihe baktigimizda buna benzer örneklere rastlamak oldukca fazla, icerikleri bir yana, hedeflenen esas alinmali. Dolayisiyla siyaset kisa , orta ve uzun vadeli bir is`tir. Var olan durumu iyi analiz edip tespitleri ve tavri buna göre belirlemeli.Bu baglamda icerik ve yöntemi hakindakileri sakli tutmak kaydiyla. Yeniden bir
degerlendirme yapilmasi gerekir düsüncesi agir basmakta bende.
Tam da şu yakın zamanda, yani 12 Eylülde önemli bir oylama var. O dönemi ve sonrasını yaşayanların hayatını zindan eden 12 Eylülcülerin yargılanmasının yolunu açan Anayasa değişikliği paketi oylamasında her kesin vicdaninin sesini iyi dinlemesi lazım. Burada şiddet siyaseti değil vicdan öne çıkmalı.
Yeni bir ‘Köyümden Esintiler’ de buluşmak dileğiyle her kesi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Süleyman Doğan
13.08.2010 / Gomanweb
SÜLEYMAN DOĞAN'IN TÜM YAZILARINA BU LİNKİ TIKLAYARAK ULAŞABİLİRSİNİZ >>>
|