![]() seyfielaldi@hotmail.com |
“EL VERİP, YETKİ DAĞITAN ALEVİ PİRLERİNİN PİRİ” ALÊADDİN KEYKUBAT Seyfi MUXUNDİ (Seyfettin ELALDI) Şaşırmayın; gerek Alevi kaynak kitaplarında olsun gerekse de Alevilerle ilgili yazan suni kaynaklarda olsun böyle bir Alâeddin Keykubat karşımıza çıkmaktadır. Daha doğrusu böyle bir kişilik oluşturulmaya çalışılmıştır. Aleviler ise buna tepki göstereceğine adeta onaylamışlardır. Bamasur, Kureyş ve Dewreyş Gewr ile birlikte bu Selçuklu Türk Hükümdarı hep anılır. Anılmanın ötesinde bilerek veya bilmeyerek mertebesi yükseltilir. Adeta pirler ve Evliyalar üstü kişilik konumuna getirilir. Alevi inancında Pirlerden üstün İmamlar var ki bularda on iki kişiden ibarettir. Tabir yerindeyse A. Keykubat adeta imam vasfı yükletilmiş. Hatta bu hatayı daha sonraki yıllarda Sultan Reşat’a dahi yüklemekten kendilerini alıkoymamışlardır. ALAATTİN KEYKUBAT KİMDİR? Alâeddin Keykubat’ın tarih içindeki kişiliğine bakalım ve daha sonrada yazarların bu konuda ki bilerek ve bilmeyerek yaptıkları hatalar üzerinde duralım. “Selçuklular, sünnî İslamsın şampiyonluğunu yaparlar. Tuğrul ve Çağrı Beyler, Horasan sünnî eşraf ve bilginleri ile işbirliği sayesinde Horasan'da Selçuklu Devleti'nin temellerini atarlar. Bağdad Halifesi, Mısır'da devlet kuran «ihtilâlcı» İsmail’i Halifesi’nin tehdidi üzerinedir ki, Tuğrul Bey'i Bağdad'a çağırır ve onu «İslâm’ın Sultanı» tanır. Tuğrul, sünnî Halife'yi yalnız aşırı Şii «Yedi İmamcı» Halife'nin tehdidinden değil, Bağdad’da egemen ılımlı Şiî Bübeyhoğulları'nın da boyunduruğundan kurtarır. Tuğrul Bey, Bağdad'a girince, «Oniki İmamcı»ların ünlü bilginlerinden Ebu Cafer Tusî, orada barınamaz, evi ve kitapları yakılır. Tusi, çareyi kaçmada bulur( Doğan Avcıoğlu Türklerin Tarihi sayfa1738)….. Selçuklular, Hanefî mezhebindendir. Devletin ilk kuruluşunda, Sünnî mezhepler arasındaki çatışmaların dışında kalamazlar. Nişapur'da Eş'arî kelâmcılığını benimseyen safilerle takışırlar. Oysa Tuğrul Bey’de dinsel bir bağnazlık yoktur. Nitekim Nîşapur'a ilk geldiğinde, kendisini destekleyen Şafiî Muvaffak'ı kente reis yapar. O ölünce, genç oğlunu reisliğe getirir. Bu nedenle, çatışma, vezir Kunduri'nin siyasal hesaplarına bağlanır. İddiaya göre, cami minberlerinden. aşırı Şiilerin lanetlenmesi iznini alan vezir, bundan yararlanıp Eş'arî yanlılarını da kınar. Onları «rafızî»likle suçlar. Bu tutum, Şafii din bilginlerinin tepkisine yol açar. Eş'ar kelâmını benimsemiş ünlü din bilgini ve mutasavvıf Kuşeyrî, Eş'arî'nin büyük bir sünni imam olduğunu, teolojisinin sünnî inançlara tam uygun düştüğünü belirten bir fetva yayınlar. ( Doğan Avcıoğlu Türklerin Tarihi sayfa 1742)…Gerek Bâtıniliğe gerek diğer Alevi inançlara karşı son derece acımasız olmuşlar. Bu nedenle dolayı daha o zamanlarda Alevi örgütlenmeleri yer altına çekilmiş, Hasan Saba gibi örgütlenmeler ve Alaamut kalesi gibi yerlere zorunlu kılmışlardır. Hıristiyanlara karşı hoş görü ve taviz kar olan Selçukluların geleneğini Osmanlılar da elde bırakmamış aynen sürdürmüşler. Osmanlı zamanında her türlü yasak ve hakareti görmüşlerdir. “Bâtıniliğe karşı kılıç ve kalem ile savaş açan devlet, Hıristiyanlara karşı iyi davranır. Çağdaş Hıristiyan tarih yazarları, Melikşah'tan övgüyle söz ederler. Sünnî mezheplere karşı da, Selçuklu Devleti, yansız tutumunu sürdürür. Bağnaz bir Sünnîliği savunmakla birlikte, halk kitleleri üzerinde etkin olan han-beliler, Bağdad'da Nizamiye medreselerinde Kuşeyrî'nin oğlu Ebu Nasr'in eş'arî inancını savunması ve Hanbelîleri(Kur'an ve hadisin akıl yoluyla yorumlanmasına karşı çıkan bağnaz' .ve hoşgörüsüz bir mezhep olan Hanbelîlik, Osmanlı döneminde hemen hemen son bulur. Fakat XVIII. Yüzyılda Vehhabilik ile canlanır. Bugünkü Suudî Arabistan krallarının ataları, vehhabiliği kılıç ile yayarlar. Kerbelâ'da Şiî ibadet yerlerini yakar, yıkarlar. Mekke ve Medine'yi alırlar. Osmanlı padişahının adını hutbeden çıkartırlar.) eleştirmesi üzerine ortalığı karıştırırlar. ( Doğan Avcıoğlu Türklerin Tarihi sayfa 1744) Keykavus tasarladığı seferi gerçekleştiremeden 1220 yılının ocak ayında öldü. Sultanın ölümü üzerine toplanan devlet erkânı kimin tahta çıkarılacağı konusunu müzakere etmeğe başladı. İbni Bibi bu sahneyi fu şekilde nakletmektedir (İbni Bibi, Anadolu Selçukî Devleti Tarihi, Sayfa 84) «Bir zümre, o esnada Erzurum Meliki Kılıç Arslan oğullarından zengin ve şefkatli bir hükümdar olan Mûgisüddin Tuğrul şah’ı, başka bir zümre de merhum sultanın küçük kardeşi olup Koyulhisar'da mevkuf bulundurulan Key Feridun'u iltizam ettiler. Ümeranın en nüfuzlularından olan Mübarizüddin Behramşah, Emiri Meclis Seyiddin Çaşnıgir, 'Melik Alâeddin Keykubat. ki saltanat tacının ve Padişahlık yüzüğünün incisidir; O var iken başkalarının sultanlığından bahsetmek gerekmez, dediler. Sahip Mecdüddin'le, Şerafeddin Mahmut Pervane ileri atılarak: 'Biz Tokat'ta onun hizmetinde idik, son derece kinci, mağrur ve hasedcidlr, bundan böyle rast gelene bir darbe indirir, onun yaraladığını hiç bir merhem sağaltmaz', demişlerse de öteki taraf bu sözlere iltifat etmemiş ve Alâeddin Keykubat üzerine başka bir şehzadenin tercihini istememişlerdir. Müzakerede hazır bulunan diğer ümera da ister istemez bu hususta birleşmek mecburiyetinde kalmış, Alâeddin Keykubat'ın tahta çıkarılmasına söz birliği ile karar verilmiştir.»(a.b.ç-- S. M.) Burada dikkati çekecek husus, Keykubat'ın sultanlığını "teklif eden iki kişiden birisi ve o toplantıyı idare ettiği anlaşılan Seyfettin'in, Keykubat'ı hapse götürmüş olan kişi oluşudur. Keykubat'ın sultanlık müjdesini hapishaneye götüren de o olmuş ve kendisini emniyete hissedebilmek için Keykubat'dan kendi el yazısı ile bir «aman vesikası» aldığı gibi, ayrıca Kur'an üzerine de yemin ettirmiştir. Hapishaneden çıkan Keykubat Sivas’a gelerek merhum sultanın naşını ziyaret ettikten sonra tahta çıktı ve 1220 yılından itibaren 16 sene sürecek ve Türkiye Selçuklu devletinin en kudretli ve en mesut devresini teşkil edecek olan hükümdarlığına başladı. (Kamuran Gürün Türkler ve Türk Devletleri Tarihi358)…Entrikacı ve “son derece kinci, mağrur ve hasedcidlr, bundan böyle rast gelene bir darbe indirir, onun yaraladığını hiç bir merhem sağaltmaz” olan bu kişi hangi yetki ile Alevi seyitlerinin Şeceresini onaylar. Hangi seyit kendi soy onayını götürüp de böyle birine onaylatır. Keykubat tahta çıktığı zaman, Moğol İmparatorluğu batıya doğru tazyikini hissettirmeğe başlamış, Muhammed Harezmşah'ı mağlup eden Moğol'lar Maverapmnehr bölgesini işgal etmişlerdi. Memleketine en büyük tehlikenin Moğol'lardan gelebileceğini öngören yeni sultan, ilk iş olarak şehirlerin kale ve surlarını takviye ve tahkim ettirmeğe başladı. Bu konuda yapılacak, masrafları da emirlere yüklemekteydi ki bu, pek kısa zamanda emirleri ile arasının açılmasına sebep olacaktır Keykubad'ın bu seferden sonra, büyük bir nüfuz ve bağımsızlık sahibi olan emirlerden kurtulmak çarelerini aramağa başladığı anlaşılıyor. İbni Bibi'nin verdiği bilgiye göre, kalelerin ve surların tamiri ve tahkimi masraflarının kendilerine yüklenmesi sebebiyle sultanla araları daha da açılmış olan emirler, sultanı tahttan indirerek yerine kardeşi Keyferidun'u çıkarmak için bir plân hazırlamışlardı. Sultan, plânın hazırlanması sırasında hazır bulunanlardan birinin sarhoşlukla ağzından kaçırdığı bir söz sayesinde bundan haberdar olunca, bu defa kendisi onları ortadan kaldırmak için plânlar düşünmeğe başladı. Anlaşıldığına göre 6 Haziran 1223 tarihinde yaptığı bir davet sonunda, emirleri ayrı ayrı tutuklamayı da başardı. Bunların en tehlikelilerini öldürtüp mallarını hazineye irad kaydederken, az tehlikeli görünenleri de sürdürdü ve bu şekilde devletin idaresinde tek söz sahibi haline geldi. Sultan Keykubat, 1220 baharında Diyarbekir üzerine sefere çıkıyordu. Bu seferin sebebi, o tarihlere kadar Selçuklu Şahlarını metbu tanımakta olan Diyarbekir'deki Artuklu emirlerinin, Keykubat'ın kudretinden ürkerek, kendilerinden çok uzakta yaşayan Eyyubi Sultanı Kârnil'i metbu tanımaya başlayıp, hutbeyi de onun namına okutmalarıydı. (Kamuran Gürün Türkler ve Türk Devletleri Tarihi359)…Harezmşah ve Moğol harekâtından sonra Doğu halkına daha bir baskı ve zulüm yapan Selçukluların Harezmşah taraftarlarında savaştan kaçanların bazılarının Dersim’e yerleşmeleri baskıları yoğunlaştırmış. Ayrıca Moğol belası da kapıya dayanınca, Dersim savaşcılarını Horasan’a sınır görevi olarak zorla yollar işte Dersim Evliyalarının Horasan Servüyeni de buradan başlar. --“ Alâeddin Keykubat’ın düzenlediği soy kütüklerine göre; Asyalı Türk boyları Horasan’dan Erzincan’a, oradan da Dersim dağları eteklerinde Karakoçan’ın kuzeyindeki günümüzde bir köy konumuna düşen Bağın ve Hüsnü Mansur kasabalarına göçerek yerleşmişlerdir. Şah Mansur’la Mahmudu Hayrani Hüsnü Mansur kasabasında dergâhlarını kurmuşlardır. Sultan Alâeddin Bağı’na gelir. Seyyid Mahmud’un oğlu Hacı Kureyş, Baba Mansur ve Seyyid Ali adıyla anılan Derviş Beyaz Sultan’ın isteği üzerine “mucize” gösterirler. Şah Mansur duvar yürütür. Hacı Kureyş ile Derviş Beyaz fırına girerler. Sınavda başarılı çıkılır. Sultan, Türk boylarını “pirlik” ve “mürşitlik” olarak Şah Mansur ile Hacı Kureyş’e, rehberliği ise Derviş Beyaz’a verir. “Lokma hakkı” tanınır.(Geniş bilgi ve soy kütüğünün içeriğine ilişkin bkz. M. Şerif Fırat: Doğu İlleri ve Varto Tarihi. Ankara 1970, 3. basım: 92 vd. Ayrıca bkz. Ali Kaya: Başlangıcından Günümüze Dersim Tarihi. İstanbul 1999: 73) Bir çok yazarın alıntı ve övgüleri arasında rastladığımız bu yaklaşımı okuduğumuzda Alâeddin Keykubat’ın sanki Alevilerin Halife başı veya Oniki imamlardan biri veya ser çeşme sanırsınız oysa bir entrikacı ve Alevi düşmanı. Zaten Bütün Selçuklu Sultanlarında da bu anlayış ve yapıya rastlamaktayız. Gerek Oniki İmamcılara gerek yedi imamcılara kan kusturan bir devlet konumunu her zaman korumuştur. Ne gariptir ki Bektaşilerin etkisiyle Aleviler genelde kendi zalimlerini yüceltme gibi büyük bir hataya çoğunlukla düşmüşlerdir. Baba Mansur, Kureyş ve Devreş Gewr sitelerinin hemen hepsinde de bu alıntıya rastlıyoruz. Bu alıntıyı yapanlar olsun, bu alıntıyı ciddiye alanlar olsun yazılarına ve bu yazılarla ilgili Alevilik inancına baktığımızda profilleri açıkça ortadadır. Bunlar Aleviliği ya İslam’ın merkezine ya da ortaasyanın merkezine koyup Aleviliği bir ulus dini veya Arabistan’ın bir sülale dini olarak görmektedirler. Aleviliğin evrensel yönünü törpüleyip yok etmeye çalışmaktadırlar. Oysa Selçuklu o dönemde hiç de rahat durmamış, gerek Türk Alevilerinin gerekse de Kürt Alevileri üzerine baskılar kurmuş, korkunç derecede katliamlar yapmışlardır. Bu katliamlarını da Arap ve Frenk ordularının desteğiyle gerçekleştirmişlerdir. Bu noktada Alâeddin Keykubat ise hiç boş durmamış, güneşi (ışığı ve ateşi) kutsal sayan toplumları adeta ispatlamak istercesine “haydi o ateş sizi kurtarsın da görelim” mantığı ile ateşe atarak öldürtmüş ve bu temelde tolumda ateşe giren evliyalar efsanelerinin doğmasına sebep olmuştur. Yukarıda da belirttiğim gibi zalim Alâeddin Keykubat bu kişiliğini yazarlar onaylamışlardır. Bugün hangi Babamansur, Kureyş veya Devreş Gewr evladının yanına gidersek şecerelerinin Alâeddin Keykubat zamanında verildiğini ve onaylandığını övgüyle anlattıklarını duyarız. Alevi seyitlerinin yetki dağıtıcıları bir zalim olamaz. Alevi seyitlerinin beratı kendi talipleridir. Zalim padişahlar değil. Bamasurun veya Kureyşin yaşamında böyle bir olay yoktur. Hoş böyle bir olay varsa o zaman onların pirliğinden dahi şüphe etmek de bir o kadar normaldir. Benim seyit olarak varlığımı sürdürme hakkı Alâattin tarafında verilecek. Ne kadar kahredici. Şimdiki bazı “dede”lerin zalime yaptığı yalakalıkları görüyorum da acaba diyesim bile geliyor. Üstüne üstlük bu alıntı yapılırken bir gururla ve övünçle yapılıyor ve inanılıyor. İnanmayan açsın Baba Mansur ile ilgili sitelere tek tek baksın. Bizim şeceremizin tasdiki taliplerimizdir. Keramet ehlinedir na ehline değil. Yezide keramet sergilenmez. Farz edelim bu olay gerçek. Peki Alaeddin bu kerametten sonra Alevi mi olmuş. Yok. Eee şimdi neye dayanarak yetki dağıtıyor. Daha sonraları da aynı tekrarlara rastlıyoruz. Sözde Seyit Ali Seyid Nuri şecereyi onaylatmaya götürürken padişah Sultan Reşat Berat istemiş. O da Ağuyu içip topuğunda bal veya şerbet olarak akıtmış ondan sonra şecereyi onaylamış. Al sana bir serçeşme daha!!!. Hani yezit tayfası gördüğü yerde Ehlibeyt yok ediyordu. Hangisi doğru. Yada Sultan Reşat Alevi mi oldu. Bir alevi soyunun devamını madem ki kağıda yansıtmak istiyorsa kendi bölgesinde bulunan öteki seyitlerin(Kureyş, Bamasur, sarı Saltuk, Devreş Cemal, Üryan Hıdır….) de toplandığı bir cem yada cıvata onylatması. Yada çevrede bulunan Talip Aşiret toplantısında onaylatması daha onurlu ve doğru olmaz mı. Bu Osmanlı hayranlığı ve kuyrukçuluğu niye. “Şah Mansur duvar yürütür. Hacı Kureyş ile Derviş Beyaz fırına girerler. Sınavda başarılı çıkılır. Sultan, Türk boylarını “pirlik” ve “mürşitlik” olarak Şah Mansur ile Hacı Kureyş’e, rehberliği ise Derviş Beyaz’a verir. “Lokma hakkı” tanınır.” Böyle bir söyleme nasıl inanılır. Dersim bölge Alevilerinde tarihsel yazımları yapan; Ali Kemali, Nazmi Sevgen, Hasan Reşit Tankut… gibi Alevi düşmanlarının kaynaklarını övünçle alıp Alaaddin Keykubata haddi olmayan bir yetki yakıştıran, ona inanan ve onu övünçsel alıntı olarak alanları lanetliyorum. Aleviliğinden de şüphe ediyorum… Seyfi MUXUNDİ (Seyfettin ELALDI) 08.05.2010 / Gomanweb |
YAZARIN ÖNCEKİ YAZILARI
|